Yağmur ve SBS

Şu mübarek yağmur çisil çisil yağdığında, çocukluğumdaki gibi kaç kere ıslanmak istemişim; gökleri yırtan gök gürültüsünün dinginliğinde, karanlıkları yırtan şimşeklerin sırtına binmek istemişim. At sürmek istemişim gökyüzünde, paçalarıma sürtünen çamuru elimin tersi ile kurumadan silmek, kurumuşsa eğer, parmaklarımla çitileyip temizlemek istemişim. Annemi yormamak için, gizlice yıkamak istemişim pantolonumu.

Çamura bulanmış ellerimi, ayaklarımı yağmur suları ile yıkadığımda, hep taze çamur kokusu kalırdı burnumda. Burnumdan, yanaklarımdan aşağıya süzülen yağmuru dudaklarımda ısıtmış ve emmişim; ıpıslak giysilerime sarınıp vindaviç oynamışım; hızlı koşan Mehmet, Mustafa, Salih, Yusuf, Remzi, Fahri, Sadullah ve Hasanla…Hele Remzi, Arap Remzi bir tek seni yakalayamazdım. Biz oynardık, değil mi? Oynardık, çocuk gibi. Hastalanmazdık da. Cicili bicili yakası kürklü montlarımız, kabanlarımız yoktu. Bizi evden dışarıya salmayan anne-babalarımız da. Akşam eve döndüğümüzde dökülür kalırdık. Haşarılık kim biz kim?

Evlerde toplanıp ödevde yapmazdık öyle; ama ben her akşam sonraki gün bakılacak ödevlerimi yapar, gece yarılarına kadar kitap okurdum. Televizyon siyah-beyazdı ve bizde yoktu. Şimdi yaptığım gibi, yağmurun sesinde uyuklardım; çinko damlara çarpıp duran yağmur damlacıkları uyuturdu beni. Pimapen sessizlikte, kulaklarım sağırlaşmamıştı daha, ahşap ve demir çerçeveler yağmurun o güzel müziğini getirirdi kulaklarıma... Soba hışırdardı, odunlar yanıp kül olurken. Tavanda oynaşırdı alevlerle gölgeler; kâbus görmezdim. Şimdi klima ısıtıyor sessizce. Daha bir içine gömülüyor insan.

Kâbus görmezdim evet. Anadolu Lisesi sınavları var demedi kimse, sonradan öğrendim varmış. Fen Lisesi sınavları da var dediler ortaokul sonunda. Girsen ne, girmesen ne? Okuyacak olduktan sonra her yerde okurdun. Yağmur güzel yağıyor hâlâ. Uğultular çıktı, ötüyor apartmanın iç köşeleri…Uğultulu tepeler gibiler, o tepelerde dikili tek başına evler gibiler…Nerde bizim çocuklar nerde sokakların terbiye eden yağmuru. Klimaların önünde play station ile kavga ediyorlar. Ufaklığın bezeleri çıkmış yine, daha iki hafta önce bitmişti, antibiyotiği; hiçbir işe yaramamış demek ki. Ateşi çıkmasa bari.

Hanım söyledi, SBS kalkıyormuş. Niye kalkıyormuş?, dedim, merakla. Daha oturmadı bile. Neyi ölçtüler hemencecik. Yok efendim, dershane sayısını azaltmakmış amaç, ama o amaca ulaşılamamış, aksine dershane sayısı artmışmış… Bu mu yani tek sebep? Öyle küçük hedeflere mi bağlamışlardı bu işi. Tamam, öküz öldü, ortaklık bitti, hepsi bu. Olmaz efendim, olmaz. Bu iş öyle kolay değil.

Durdu yağmur, bacaklarımda üşüdü ha. SBS neymiş bilmeyeniniz varsa anlatayım kısaca. Daha önce LGS ve OKS gibi sınavlar yapılıyordu 8. sınıf sonunda. Öğrenciler aldıkları puanlara göre Fen Liseleri, Anadolu Liseleri gibi özel müfredatların uygulandığı liselere yerleşiyorlardı. Tabi sınavın formatı ilginçti, müfredat dışı sorular vardı, sorulan soruları çözmekte öğretmenler bile zorlanıyordu, çocukların tek sınavla psikolojisi bozuluyor ve dershanelere bağımlı hâle geliyorlardı, vesaire.

Şikâyetler dikkate alındı bakanlıkça ve bir çözüm kondu ortaya. Öğrencinin dershaneye gitmesine gerek kalmasın ve tek sınavla çocuğun kaderi belli olmasın diye ikinci kademede, her sene sonunda, okul müfredatına uyumlu soruların sorulduğu sınavlar konmuştu birkaç yıl evvel. 6, 7 ve 8.sınıf SBS ve okul puanlarının belirlenmiş oranlarda sentezlenmesi ile liselere yerleşme puanı belirlenecekti.

SBS ile ilk yerleştirme 2008-2009 sonunda yapıldı. Şu anda Anadolu, Fen ve Sosyal Bilimler gibi liselerin 1. Sınıf (9.Sınıf) öğrencileri bu sistemle yerleştiler. Sorular da fena değildi; tam da vaadedildiği gibiydi. Fakat bu çocuklar sadece 7 ve 8. Sınıflarda uygulanan SBS sınavları ile girmişlerdi. Sistem tam anlamıyla bu yıl işleyecek. Yani bu yıl ki 8. Sınıflar SBS sınavına girdiklerinde üç kez sınava girmiş olarak liselere yerleşmeye çalışacaklar. Ama birdenbire SBS kalkıyor, tekrar OKS, LGS gibi tek sınav geliyor dedikoduları doldurdu Kulak TV’yi.

Sübhanallah, bir durun güzel kardeşlerim. Sistemin ne işe yaradığını daha bilmiyorsunuz, elinizde bir ürün bile yok, ne bu acele?

Yağmurun tadını kaçırdınız, sınavların tadını kaçırmayacak mıydınız sanki. Okulların bile tadı yok. Öğretmenlerin hele hiç. Çocuk Matematik, Fen, Türkçe ve Sosyal Bilgiler, İngilizce gibi derslerden 85 ve üstü puan alıyor, dünkü elişi, bugünkü teknoloji tasarım; dünkü resim-müzik, bugünkü güzel sanatlar ve beden eğitimi derslerinin öğretmenleri matah bir şeymiş gibi tutup 80 veriyorlar. O güzel çocuğun gözleri doluyor; öğretmenlerine kahrediyor. Yıl sonu başarı ortalaması düşecek kimin umurunda.

Öğretmen, dersim önemlidir, kompleksiyle dayanıyor çocuğun yağmurun tadını almamış burnuna. Al sana kâbus. Hem de OKS ve SBS’den daha büyük ve güncel bir kâbus. Dersin önemlidir de, bu önemin çocuk neden farkında değil, öğretmenim?

Yahu güzel kardeşim, bak çocuk psikiyatristleri, pedagoglar harıl harıl çalışıp, bolca para kazanıp sizin hasta ettiklerinizi onarmaya çalışıyorlar. Hiç mi vicdanınız yok? Siz dershanelere kaptırdığınız paralara yana durun, terapi salonları paranın hasını götürüyor. Sizden özel ders alamayan öğrencilerinizin gözlerinin içine de sevgiyle bakabilin.

Varsın maaşınız yetmesin. Siz işinizi yapın güzelce; dersinizi bir öğretmen gibi işleyin, çocuğun kişiliğini zedelemeyin, ona birey olarak saygı gösterin. Ona onurlu duruşu gösterip yaptırtın, kopya çekmemeyi başartın. Notu kendi gücünüzü kanıtlamak için kullanmayın. Çok mu zor? Onu sevginizle satın almak gibi kolay bir şey varken somurtkan suratlarınız ve tersleyen sözlerinizle ne kadar can yaktığınızın bir hesabını yapın. Ne kaybedersiniz? Aksine bu ülke sağlıklı bireyler kazanır. SBS’den de sıfır çeksinler, zararı yok. Ruh hastası nesiller olmaz hiç değilse. Fenâ mı?

Özel dershaneler Birliği ile Özel Okullar Birliği TRT 2’de yan oturdukları koltuklarda tartışıyorlar. SBS hiçbir şeyi çözmedi falan. Tabi çözmez; amacı sizin şeylerinizi çözmek değildi ki! Size ihtiyaç kalmasın diye kondu SBS; baktınız hesaplarınız tutmuyor, daha sistem oturmadan kalksın, diye kampanya yapıyorsunuz. Olaya sizi dikizleyip tersinden baksak anlayacağız sistemin işe yaradığını. Kim para kaynağını kaybetmek ister, ey ahali?

Çocuklarımız, sıkıntıdan apartman dairelerinin duvarlarını çiziyorlar; yağmurun sesini duymadan, yağmurda ıslanmanın tadını almadan, antibiyotikler ve vitaminlerle hurdaya çevrilerek büyüyorlar. Ruhları televizyon dizilerinin, çizgi filmlerin, bilgisayar oyunlarının peydahladıkları çirkinliklerle kirleniyor. Sonra biz, hiç utanmadan, sıkılmadan, suçu onlara yüklüyoruz. Onların o masum gözlerinin içine baka baka onlara kızabiliyoruz.

Bakın, bacakları ne kadar zayıf, çünkü; hiç koşmuyorlar. Gözlerinin içi gülmüyor, geceler boyu görmediğimiz o kâbusları onlar gündüzleri de görüyorlar. Haksızlık bu!

Bu yağmur beni duygusallaştırdı yine. Hadi Arap kaç, yine yakalayamayayım seni. Yine takılsın ayakkabım taşlara, yüzükoyun çamura düşeyim. Kuruturum elbiselerimi, kuru dalları toplayıp yaktığımız yağmur ateşlerinde. Çamuru da temizlerim, annem görüp üzülmez. Üşütmem merak etme. Bünye böyle sağlamlaşıyormuş, yeni öğreniyor annecilik-babacılık oynayanlar.

Çocukların kâbusları sarsıyor ruhumu. Üzülüyorum. Gök gürültüleri sarsın her tarafı istiyorum, önce o korkaklar korksunlar. O güzel o masum çocuklardan korkan korkaklar. Ya ben, ben kim miyim? Ben bir öğretmenim çocuklar, öğretmenim; çağların gerisinde kalan.

Mustafa Eyyüboğlu, Üç Şubat İkibinOn-Bir